ÇEVRE KİRLİLİĞİ
En geniş anlamıyla çevre
"ekosistemler" ya da "biyosfer" şeklinde açıklanabilir.
Daha açık olarak çevre, insanı ve diğer canlı varlıkları doğrudan ya da dolaylı
olarak etkileyen fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etmenlerin tümüdür.
İnsanları çevre kirliliği konusunda duyarlı
hale getirebilmek için 1997 yılı çevre yılı olarak kutlandı.
Çevrenin doğal yapısını ve bileşiminin
bozulmasını, değişmesini ve böylece insanların olumsuz yönde etkilenmesini çevre
kirlenmesi olarak tanımlayabiliriz. Artık hepimizin bildiği gibi çevreden,
içindeki varlıklara göre en çok yararlanan bizleriz. Çevreyi en çok kirleten
yine bizleriz. Bu nedenle "Çevreyi kirletmek kendi varlığımızı yok etmeye
çalışmaktır" denilebilir.
Bilinçsiz kullanılan her şey gibi temiz ve
sağlıklı tutulmayan çevre de bizlere zarar verir. Bu nedenle çevre denince
aklımıza önce yaşama hakkı gelmelidir. İnsanın en temel hakkı olan yaşama
hakkı, canlı ya da cansız tüm varlıkları sağlıklı, temiz ve güzel tutarak
dünyanın ömrünü uzatmak, gelecek kuşaklara bırakılacak en değerli mirastır.
1970'li yıllardan sonra bilincine vardığımız
çevre kirliliği dayanılmaz boyutlara ulaştı. Çünkü artık temiz hava soluyamaz
olduk. Ruhsal rahatlamamızı sağlayacak yeşil alanlara hasret kalmaya başladık.
Yüzmek için deniz kıyısında bile yüzme havuzlarına girmek zorunda kaldık.gürültüsüz ve sakin bir uyku uyuyamaz, midemiz
bulanmadan bir akarsuya bakamaz olduk. Kısaca artık kirleteceğimiz çevre
tükenmek üzeredir. 2000-3000 yıl önce bir doğa cenneti
ve büyük bir kısmı otlaklarla kaplı olan Anadolu'yu günümüzde bu durumlara
düşürdük.
Doğada kirlenmeye neden olan etmenleri, doğal
etmenler ve insan faaliyetleri ile oluşan etmenler olmak üzere iki grupta
inceleyebiliriz.
Doğal etmenler:depremler, volkanik patlamalar, seller gibi doğadan kaynaklanan
etmenlerdir.
İnsan faaliyetlerinden
kaynaklanan etmenler ise
aşağıdaki gibi sıralanabilir.
- Evler, iş yerleri ve taşıt araçlarında; petrol, kalitesiz kömür
gibi fosil yakıtların aşırı ve bilinçsiz tüketilmesi.
- Sanayi atıkları ve evsel atıkların çevreye
gelişigüzel bırakılması.
- Nükleer silahlar, nükleer reaktörler ve nükleer denemeler gibi
etmenlerle radyasyon yayılması.
- Kimyasal ve biyolojik silahların kullanılması.
- Bilinçsiz ve gereksiz tarım ilaçları, böcek öldürücüler, soğutucu
ve spreylerde zararlı gazlar üretilip kullanılması.
- Orman yangınları, ağaçların kesilmesi, bilinçsiz ve zamansız
avlanmalardır.
Yukarıda sayılan olumsuzlukların önlenmesiyle
çevre kirliliği büyük ölçüde önlenebilir.
Çevre bilimcilere göre genelde, aşağıda verilen
iki çeşit kirlenme vardır.
Birinci tip kirlenme;
biyolojik olarak ya da kendi kendine zararsız hale dönüşebilen maddelerin
oluşturduğu kirliliktir. Hayvanların besin artıkları, dışkıları, ölüleri, bitki
kalıntıları gibi maddeler birinci tip kirlenmeye neden olur. Kolayca ve kısa
zamanda yok olan maddelerin meydana getirdiği kirliliğe geçici kirlilik
de denir.
İkinci tip kirlenme: biyolojik olarak veye kendi
kendişne yok olmayan ya da çok uzun yıllarda yok olan
maddelerin oluşturduğu kirliliktir. Plastik, deterjan, tarım ilaçları, böcek
öldürücüler (DDT gibi), radyasyon vb. maddeler ikinci tip kirlenmeye neden
olur.
Kalıcı kirlenme de denilen ikinci tip
kirlenmeye neden olan maddeler bitki ve hayvanların vücutlarına katılır. Sonra
besin zincirinin son halkasını oluşturan insana geçerek insanın yaşamını
tehlikeye sokar. Örneğin; Marmara denizine sanayi atıkları ile cıva ve kadminyum iyonları bırakılmaktadır. Zararlı atıklar besin
zincirinde alglere, balıklara ve sonunda insana geçerek önemli hastalıklara ve
ani ölümlere neden olmaktadır.
Köy gibi kırsal yaşama birliklerindeki
insanlar genellikle büyük kentlerde yaşayan insanlardan daha sağlıklı ve daha
uzun ömürlüdür. Çünkü kırsal ekosistemler, çevre kirliliği yönünden kentsel
ekosistemlerden daha iyi durumdadır. Bunu bilen kent insanı fırsat buldukça,
çevre kirliliği en az olan kırlara, köylere koşmaktadır.
Günümüzde en yaygın olan kirlilik su, hava,
toprak, ses ve radyasyon kirliliğidir.
SU KİRLİLİĞİ
Yeryüzündeki içme ve kullanma suyunun miktarı
sınırlıdır. Zamanla su kaynaklarının azalması, insan nüfusunun artması ve daha
önemlisi, suların kirlenmesi yaşamı giderek zorlaştırmaktadır.
Su kirliliğini oluşturan etmenlerin başında
lağım sularıyla sanayi atık suları gelmektedir. Bunun yanında petrol atıkları,
nükleer atıklar, katı sanayi ve ev atıkları da önemli kirleticilerdir. Bunlar
deniz kenarındaki bitki ve alg gibi kaynakları yok etmektedir. Kirlenme sonucu
denizlerde hayvan soyu tükenmeye başlamıştır. Örneğin; Marmara denizi, kirlilik
nedeniyle balıkların yaşamasına uygun ortam olmaktan çıkmıştır. Karadeniz'deki
kirlenme nedeniyle hamsi ve diğer balık türleri giderek azalmaktadır. İstakozların larva halindeyken temiz su bulamamaları
nedeniyle nesilleri tükenmektedir. Nehir ve göllerimizde kirlilik nedeniyle
canlılar tükenmek üzeredir.
Yeni yeni kurulmaya
başlanan arıtma tesisleri, lağım ve sanayi atık sularını hem kimyasal hem de
biyolojik olarak temizlemektedir. Böylece hem sulama suyu gibi yeniden
kullanılabilir su kazanılmakta hem de denizlerin kirlenmesi önlenmektedir. Bu
nedenle sanayileşme mutlaka iş yerleri planlanırken arıtma tesisleri ile
birlikte düşünülmelidir.
HAVA KİRLİLİĞİ
Hava, içinde yaşadığımız gaz ortamı
oluşturmanın yanında yaşam için temel bir gaz olan oksijeni tutar. Oksijen
yanma olaylarını da sağlayan temel bir maddedir.
Temiz hava olarak nitelendirilen atmosferin
alt katmanı; azot, oksijen, karbondioksit ve çok az miktarda diğer gazlardan
oluşur. Ayrıca atmosferin üst katmanında bir de ozon gazının (O3)
oluşturduğu tabaka vardır. Ozon, güneşten gelen zararlı ışınların çoğunu
yansıtıp bir kısmını tutarak yeryüzüne ulaşmasını engeller.
Evler, iş yerleri, sanayi kuruluşları ve
otomobillerin çevreye verdikleri gaz atıklar havanın bileşimini değiştirir.
Havaya karışan zararlı maddelerin başlıcaları kükürt
dioksit (SO3), karbon monoksit (CO), karbon dioksit (CO2),
kurşun bileşikleri, karbon partikülleri (duman), toz
vb. kirleticilerdir. Ayrıca deodorant, saç spreyleri ve böcel
öldürücülerde kullanılan azot oksitleri, freon
gazları ile süpersonik uçaklardan çıkan atıklar da havayı kirletir.
Zararlı gazların (özellikle kükürt
bileşikleri); yağmur, bulut, kar gibi ıslak ya da yarı ıslak maddelerle
karışmaları sonucunda asit yağmurları oluşur. Asit yağmurları da bir yandan
orman alanları vb. yeşil alanları yok etmekte bir yandan da suları
kirletmektedir.
Aşırı artan CO2, atmosferin üst
katmanlarında birikerek ısının, atmosfer dışına çıkmasını engeller. Böylece
yeryüzü giderek daha fazla ısınır. Bu da buzulların eriyerek denizlerin
yükselmesine kıyıların sularla kaplanmasına neden olabilecektir. "Sera
etkisi" denilen bu olay sonucu denizlerin 16 metre kadar
yükselebileceği tahmin edilmektedir.
Freon, kloroflorokarbon (CFC) gibi gazların etkisiyle ozon
tabakası incelmektedir. Bunun sonunda güneşin zararlı ışınlarıyeryüzüne
ulaşarak cilt kanseri gibi hastalıklara ve ölümlere neden olmaktadır. Sonuçta,
biyosferin canlı kitlesini yok etme tehlikesi vardır.
Büyük yangınlar da önemli ölçüde hava
kirliliği yaratır. Örneğin; orman yangınları, körfez savaşında olduğu gibi
petrol yangınları vb.
Hava kirliliği aşağıda verilen uygulamalarla
önlenebilir:
- Hava kirliliğinin en önemli nedenlerinden olan fosil yakıtlar
olabildiğince az kullanılmalı. Bunun yerine doğalgaz, güneş enerjisi,
jeotermal enerji vb. enerjilerin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.
- Karayolu taşımacılığı yerine demiryolu ve deniz taşımacılığına
ağırlık verilmelidir. Büyük kentlerde toplu taşıma hizmetleri
yaygınlaştırılmalıdır. Böylece, otomobil egzozlarının neden olduğu
kirlilik azaltılabilir.
- Sanayi kuruluşlarının atıklarını havaya vermeleri önlenmelidir.
- Yeşil alanlar artırılmalı, orman yangınları önlenmelidir.
- Ozon tabakasına zarar veren maddeler kullanılmamalıdır.
TOPRAK KİRLİLİĞİ
Canlılığın kaynağı sayılabilecek toprağın
yapısına katılan ve doğal olmayan maddeler toprak kirliliğine neden olur. Böyle
topraklarda bitkiler yetişmez ve toprağı havalandırarak yarar sağlayan solucan
vb. hayvanlar yaşayamaz duruma gelir. Topraktan bitkilere geçen kirletici
maddeler, besin zinciri yoluyla insana kadar ulaşır. Hastahane
atıkları gibi mikroplu atıklar, hastalıkların yayılmasına neden olur.
Toprak kirliliğine neden olan başlıca etmenler:
- Ev, iş yeri, hastahane ve sanayi
atıkları.
- Radyoaktif atıklar.
- Hava kirliliği sonucu oluşan asit yağmurları.
- Gereksiz yere ve aşırı miktarda yapay gübre, tarım ilacı vb.
kullanılması.
- Tarımda gereksiz ya da aşırı hormon kullanımı.
- Suların kirlenmesi. Su kirliliği toprak kirliliğine neden olurken,
toprak kirliliği de özellikle yer altı sularının
kirlenmesine neden olur.
Toprak kirliliğinin önlenmesi için aşağıdaki
uygulamalar yapılmalıdır.
- Verimli tarım topraklarında yerleşim ve sanayi alanları kurulmamalı,
yeşil alanlar artırılmalıdır.
- Ev ve sanayi atıkları, toprağa zarar vermeyecek şekilde toplanıp
depolanmalı ve toplanmalıdır.
- Yapay gübre ve tarım ilaçlarının kulanılmasında
yanlış uygulamalar önlenmelidir.
- Nükleer enerji kullanımı bilinçli şekilde yapılamlıdır.
SES KİRLİLİĞİ
Sanayileşme ve modern teknolojinin
gelişmesiyle ortaya çıkan çevre sorunlarından biri de ses kirliliğidir. Gürültü
de denilen ses kirliliği, istenmeyen ve dinleyene bir anlam ifade etmeyen
sesler ya da insanı rahatsız eden düzensiz ve yüksek seslerdir. Ses kirliliğini
yaratan önemli etmenler;
- Sanayileşme
- Plansız kentleşme
- Hızlı nüfus artışı
- Ekonomik yetersizlikler
- İnsanlara, gürültü ve gürültünün yaratacağı sonuçları konusunda
yeterli ve etkili eğitimin verilmemiş olmasıdır.
Ses kirliliği, insan üzerinde çok önemli
olumsuz etkiler yaratır. Bu etkileri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.
İşitme sistemine etkileri: Ses kirliliği işitme sistemi üzerinde, geçici ve
kalıcı etkiler olmak üzere iki çeşit etki yapar. Ses kirliliğinin geçici
etkisi, duyma yorulması olarak da bilinen işitme duyarlılığındaki geçici
kayıplar şeklinde olur. Duyma yorulması düzelmeden tekrar gürültüden
etkilenilmesi ve etkileşmenin çok fazla olması durumunda işitme kaybı kalıcı
olur.
Fizyolojik etkileri: İnsanlarda görülen stresin önemli bir kaynağı ses
kirliliğidir. Ani olarak oluşan gürültü insanın kalp atışlarında (nabzında),
kan basıncında (tansiyonunda), solunum hızında, metabolizmasında, görme
olayında bozulmalar yaratır. Bunların sonucunda uykusuzluk, migren, ülser, kalp
krizi gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Ancak en önemli olumsuzluk kulakta
yaptığı tahribattır.
Psikolojik etkileri: Belirli bir sınırı aşan gürültünün etkisinde kalan
kişiler, sinirli, rahatsız ve tedirgin olmaktadır. Bu olumsuzluklar, gürültünün
etkisi ortadan kalktıktan sonra da sürebilmektedir.
İş yapabilme yeteneğine etkileri: Özellikle beklenmeyen zamanlarda ortaya çıkan ses
kirliliği, iş veriminin düşmesi, kendini işine verememe ve hareketlerin
engellenmesi şeklinde performansı düşürücü etkiler yapar. Gürültünün öğrenmeyi
ve sağlıklı düşünmeyi de engellediği deneylerle saptanmıştır.
Ülkemizde, insanları gürültünün zararlı
etkilerinden korumak için gerekli önlemleri içeren ve çevre yasasına göre
hazırlanmış olan "Gürültü kontrol yönetmeliği" uygulanmaktadır. Ancak
yönetmeleğin hedeflerine ulaşabilmesi için insanların
bu konuda eğitilmeleri ve bilinçlendirilmeleri gerekir.
Ses kirliliğinin saptanmasında ses şiddetini
ölçmek için birim olarak desibel (dB)
kullanılır. İnsan için 35-65 dB
sesler normaldir. 65-90 dB
sesler, sürekli işitildiğinde zarar verebilecek kadar risklidir. 90 dB'in üzerindeki sesler tehlikelidir.
Ses kirliliği aşağıdaki uygulamalarla
önlenebilir:
- Otomobil kullanımını azaltacak önlemler alınmalıdır.
- Ev ve iş yerlerinde ses geçirmeyen camlar (ısıcam gibi)
kullanılmalıdır.
- Eğlence yerleri vb. ortamlarda yüksek sesle müzik çalınması
engellenmelidir.
- Gürültü yapan kuruluşlar, şehirlerin dışında kurulmalıdır.
RADYASYON
Radyoaktif element denilen bazı elementlerin
atom çekirdeğinin kendiliğinden parçalanarak etrafa yaydığı alfa, beta ve gama
gibi ışınlara radyasyon denir. Çevreye yayılan bu ışınlar, canlı
hücreleri doğrudan etkileyerek mutasyon denilen genlerdeki bozulmaya neden olur.
Çok yoğun olmayan radyasyon, canlının bazı özelliklerinin değişmesne
neden olurken yoğun radyasyon, canlının ölümüne neden olabilir. Örneğin;
1945'te Japonya'ya atılan atom bombası, atıldıktan sonraki 7 gün içinde, vucutlarının tamamı 10 saniye radyasyon almış insanların %
90'ı hiç bir yara ve yanık izi olmadan öldü. 26 Nisan 1986'da Çernobil'deki
nükleer kazanın; ani ölümler, gebe kadınlarda düşük olayları, kan kanseri,
sakat doğumlar gibi olumsuz etkileri oldu.
Bir çevredeki belli bir dozun üzerinde olan
radyasyon, canlının vücut hücrelerini etkileyerek doku ve organlarda
bozulmalara, anormalliklere, üreme hücrelerini etkileyerek doğacak yavrularda
sakatlıklara neden olur. Uzun süre radyasyon etkisinde kalmanın yaratacağı
sonuçlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
- Kanser oluşması,
- Ömrün kısalması (erken ölümler),
- Katarakt oluşması,
- Sakat ve ölü doğumlar şeklinde sıralanabilir
Radyasyonun zararlı etkilerinden korunmak
için, alınabilecek başlıca önlemler şunlardır:
- Özel giysiler (kurşun önlük, özel maske) kullanılmalıdır.
- Radyasyon kaynağından uzak durulmalı, en kısa sürede radyasyonlu
ortam terk edilmelidir.
- Radyasyonlu cihazlarla yapılan teşhis ve tedaviye sık sık başvurulmamalıdır.
Radyasyon, doğadaki radyoaktif maddelerden
çok, bunların kullanıldığı ortam ve olaylardan çıkar. Bunlar; nükleer
santraller, nükleer enerjiyle çalışan gemiler ve nükleer denemelerdir. Ayrıca
teşhis ve tedavide kullanılan bazı cihazlar, tıbbi malzemelerin ve suların dezenfekte edilmesi için kullanılan araçlardanda
radyasyon yayılmaktadır.